"Enter"a basıp içeriğe geçin

TUTUŞUR HER NEFESİM AH DEDİKÇE

Ah… Tek hece…

Bütün lisanlarda aynı okunan mana…

Bir elif; ardından bir he…

Allah adının ilk ve son harfi…Elif ve he ile yanmış aşık…

Hani dervişin ah’ı zikirdir ya! Emr-ullah yerine Emr-ah deriz ya hani!…h=Allah olur o vakit. O’nun sırrını yürekte olan ah bilir ancak. O’nun evini bir ah doldurur ve İlah da bir ah içinde gizlidir. O’nun aşkıyla iki gözü iki çeşmedir he’nin, ve gözyaşları elif olur ağlarken için için.

Zora tahammülü güzel bulanlara değil; güzele tahammülü zor bulanlara yazgılıdır ah… Güneşi gizleyen bulut, gizleyebilir mi hiç varlığını güneşin; acıyı saklayan tebessüm, ya saklayabilir mi hiç vücudunu acının? Dokununca en ince teline içindeki sızının, bülbül durabilir mi şeydalanmadan ta mahşer olunca?…

Gözyaşlarının denizinde boğulurken bir yandan, içinin çoğaltan aşıkın karıdır ah. Bir yandan yıka-r, bir yandan yak-ar; arıtır sevgiyi bütün kirlerinden; pişirir sonra tennurlarda. Bir alevdir ah, pak eden gönülleri. Şuleye doymayan pervanenin mumudur o; yanarken elif, yanınca he gösterir. Ve elif’in, ağlayan bir noktadır uzamaktayken boyu; he’nin iki çeşme iki gözü…

Arık bedenler, bükülmüş beller, sararmış yüz, kızarmış göz. Ve göz göz olmuş dağ yaraları gamze oklarından, dilim dilim olmuş hançer yaraları sitem tığlarından… Mezar şahidelerinde nazenin bir rölyef; sonsuzluğun başındaki son nida…

Dalı elif, çiçeği he’ye benzeyen nergislerin bittiği topraklar, sararıp solan bir aşıkın yattığı mezarlardaki ah’tan gayri nedir ki? Yedi feleğin sinesinde ah’lar, baştan başa ah kesilmiş seraserler, atlaslar, nilguniler… Güneş kursunun he’sinden süzülen cömert huzmelerde hayat… ve elif elif olmuş huzmeler… noktanın akıttığı gözyaşlarında elifler yaşar, ışık olur.

Ah bir zulmet yumağı olup istila etti mi hiç ruhunuzu? Şafağı sökmeyen gecelerde rüzgarı unutulmuş bir geminin yelkenlerinden ummana sızan  sesini duydunuz mu hiç onun? Nasıralı İsa’ya ihanet eden Yuda’nın son nefesinde ne dediği yordu mu zihninizi hiç? Hiç kaldırmaya çalıştınız mı ehramların dehlizlerinde elli bin yıl katmerlenen karanlıkların tabakalarını güçsüz bileklerinizle? Ya zigguratların meşalelerini yakan eski zaman rahiplerinin alınlarındaki dilemmalarda tükettiniz mi oksijen kütlelerini? Yıldızsız yaz geceleri kadar karanlık sandığınız oldu mu hiç bahtınızı? Ve yüreğiniz, iki gözü iki çeşme bir he değil miydi?!.. Ve her damla gözyaşınız uzanmıyor muydu elif elif!?..

Ah, Büyük Sahra’da güneş, Sibirya’da kar olsa gerek. Nakışları yanlış renklere bağlanmış bir minyatürün zencireklere hapsedilmiş hüznü yahut da. Aşkın hem hükmü, hemde hükümlüsüdür o. Gönlün Sidre’sinde eski bir yazgı Kalu Bela’dan. Bütün insalara yetecek kadar acı ve bütün acılara yetecek kadar insan. Teşrinlere uğramış bir zambak damlası, hoyrat ellerde ufalanmış bir mercan dalıdır ah; ışığını yitirmiş bir yasemin yaprağı, Kays’ın gönlünde çöl çiçeği, bağrına yıldırım düşmüş dağ lalesi… ve elifin şerha şerha uzamakta boyu…

Efendi’yi seven kölenin efendiliğini de, kölesini seven efendinin köleliğini de süsleyen simyadır ah. Ah deyince sevgili, elif de, he de, en kutluları olur bütün öteki harflerin ve sözcüklerin şahı kesilir ah!.. Ah deyince aşık, dört elif miktarı uzar da ahı, he’nin gözünden akan ırmaklar Nil’in bereketini yükletir aşk yetimlerinin karakalarına ve en karlı alışverişlere hazırlanır pazarlar. Ah deyince mazlum, Arş’a ağar da kıvılcımı aheste aheste, bir yıldırım olup yağar mazlumun başına tez elden. Gül dikip gül seren, güle bakıp gül derenlerin ıtır sağanağına tutulmuş gönüllerindeki gül kırmızı süveydadır o. Ve elbette ahı tutar bir gün aşıkların, hicranlar elif olur, he olur…

Akdeniz yalılarından Cezayir kıyılarına muştuluk götürülmüş portakal çiçeklerinin sarısında bir he idi deryalar efendisi Hayreddin Reis’in hüznü; Nis katedrallerinden tunca saraylarına hatıra iletilmiş bohçalrın turkuvazında bir elif idi masallar şehzadesi Cem Sultan’ın hasreti. Avlanmaya niyet ettiği ceylana avlanan Edhem’in içindeki sırdı ah; taşları cesaretle süren Enuşek-revan’ın ihtiyarında bir vezir hil’ati giymeye çalışan piyondaki özlemdi. Ah yaşanılmamış hayatların hasreti; ah ulaşılamayan sevgililerin güzelliğiydi. Her nereye baksa gördüğü ahtır aşıkın; ah elinden niyaz için mescide girse dahi… Mimaresi elif, kubbesi he’dir çünki camilerin… ve hala elifin bağrı şerha şerha kan, ve hala iki gözü iki çeşme he’nin…
Erbab-ı aşka pişe heman her gün ah imiş

Her bir nefes ki ah ile geçmez, günah imiş
Ve sözün düğümü: Ah Mine’l-aşk
                      İskender PALA

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir