Acılar korkutmasın seni… Elbette acıyacağız, sızlayacak yüreklerimiz… Üzülmeden asla mutlu olamayacağımızı anla… Korkmalıyız! Cehennem ateşinden nasıl korkuyorsak öyle korkmalıyız kaybetmekten… Kaybetmek fiiline maruz kalmaması için öznelerimiz, tüm kelimelerimizi dikkatli kurmalıyız… Ara sıra susmalıyız evet ama asla kusmamalıyız. Zehir bile dolsa bu fani cehremiz şerbet sayıp eyvallah etmeliyiz…
Öyle çok da üstüne düşmemeliyiz bu tıngırtı hayatın, boşvermeliyiz… Boş verip dolu almalıyız… Gözlerimizi kapatmayı asla unutmamalı kapanan gözlerde bir birimizi değil O’nu görmeyi, bizi bize bahşedeni görmeyi arzulamalıyız… Arzuları hançer etmemeli, bir birimize saplamamalıyız…
Beklemeliyiz bir müddet, acele etmemeliyiz… Herşey nasılsa nasib olana ve olacağına varıyorsa hayatta çokda üzmemeliyiz kendimizi… Aceleye mahal vermeden ağır adımlarla çıkmalıyız Hira’ya…
Hira’yı asla unutmamalıyız… Orada neler olduğunu hatırlamalı ve hüngür hüngür ağlamalıyız… Yere düşen damlaları toplamalı ve ellerimizi yıkamalıyız… Boş bir odaya girmeli ve sessizce vahiyleri satır satır okumalıyız… Ardından telefona sarılmalı ve kavuşmanın mutluluğunu binlerle çarpılmış bir mahiyette yaşamalıyız…
Çokda bir şey beklememeliyiz bu hayattan zira gelen geçen toplasan kaç dakika… Yalnızca sevmeliyiz. Sevilmeli, sevdirmeliyiz… Ona, buna muhtaç olmadan küçük bir kulübede O’na muhtaç olduğumuzu düşünmeliyiz… Tekrar söylüyorum ağlamalıyız! Ağlamak, muhtaciyetin bir delilidir zira…
Taşlıcalı Yahya bak ne güzel söylemiş;
Ganîdir aşk ile gönlüm ne mâlim ne menâlim var
Ne vasl-ı yâra handânam ne hicrândan melâlim var
Ne sağ olmak murâdımdır ne ölmekten kaçar cânım
Cihânda hasta-i aşk olalı bir hoşça hâlim var
Ben ol hayrân-ı aşk’ım ki yitirdim akl ü idrâki
Ne âlemden haberdâram ne kendimden hayâlim var
Ne meyl-i külbe-i ahzân ne seyr-i sohbet-i yârân
Ne ta’n-ı zâhid-i nâdân ne ceng ü ne cidâlim var
Cihân fânidir ey Yahyâ Hüve-l Hayy ü Hüve-l Bâkî
Değişmem atlas-ı çarha benim bir köhne şâlım var
İşte Hira… Sandıkların sana yaşattıklarımdır acizane… Ama o sandıkların o kadar küçük şeylerki ben sana çok daha kıymetli, çok daha değerli şeyler saklıyorum sandıklarımda…
Hirayı mesela, mesela orayı… Kabeyi… Belli mi olur belkide Cenneti.
fakir mes’ud
Mısraların açıklaması:
Aşk ile zenginim ben, malım mülküm yok; yâra kavuşmak ile de sevinmem, ayrılıktan şikâyetim de yok.
Yaşamak arzum da yok, ölmekten korkum da; aşka hastalığına düştüğümden beri hoş bir hâlim var. Öyle bir hâl ki, hasta ama şifa istemiyor!
Aşk ile akıl ve idraki kaybettim, alemi de kendimi de bilmez haldeyim.
Yusuf Aleyhisselâmın hasretiyle ağlayan babası Ya’kub aleyhisselâmın evi olan külbe-i ahzân (hüzünler kulübesi) ı hatırlatarak; eğilimim ona da değil, dostlar sohbetine değil; ham sofuyu yermekle de meşgul değilim; kimse kavgam da mücâdelem de yok.
Dünya geçicidir ey Yahyâ, hayat sâhibi ve bâkî olan ancak Allah. Dünyâdaki en pahalı kumaşlara -zımnen makamlara- değişmeyeceğim, ama pazara çıkarsan kimsenin müşteri bile olmayacağı eski bir şalım var (derviş hırkası).
Eyvallah…