"Enter"a basıp içeriğe geçin

Röportaj: Bir imamın sıradışı mücadelesi

Hekimoğlu Ali Paşa Haziresi’ndeki mezar taşlarını gösteren ‘Kaybolan Medeniyetimiz’i sadece bir ‘mezar taşları kitabı’ olarak değerlendirmek üzereydik ki, arkasında, çok daha fazlasının, 24 yıllık bir mücadeleden sonra ortaya konmuş örnek bir cami projesinin olduğunu fark ettik. İmam ve cami kavramları üzerine bir kez daha düşünmeyi gerekli kılan bu projenin mimarı, felsefe mezunu olduğu halde imamlığı tercih eden Hattat Hüseyin Kutlu. 1976’da başladığı Ali Paşa Camii imamlığından 2001’de istifa eden Kutlu, hayalindeki cami projesini hayata geçirdiği için mutlu; ancak ‘maya’nın tutması için bir zihniyet değişimine ihtiyaç olduğunu düşünüyor. Ona göre meselenin çözümü, caminin ve imamın tarifini yeniden yapmaktan geçiyor.

CAMİ NEDİR, İMAM KİMDİR?

Hüseyin Kutlu, 18. yüzyıldan sonra camilerin fonksiyonunu yitirmeye başladığını; fakat asıl bozulmanın Cumhuriyet’ten sonra başladığını düşünüyor. Osmanlı’nın gelişme döneminde cami, etrafında kümelenen kütüphane, sebil, kuş evi, tekke, imaret, türbe, medrese, hazire ve muvakkithaneyi barındıran külliye ile hayatın merkezinde duruyorken, nasıl oldu da belirli vakitlerde açılıp kapanan ve bu haliyle hayatın kıyısında kalan bir mekana dönüştü? Kutlu’ya göre cevap, “Batı karşısında gerilememizin nedeni Müslüman olmamızdır.” hükmünde gizli. Camilere ve din görevlilerine karşı oluşan negatif duruşun arkasında da aynı inanç yatıyor: “Keşke, fatura dine değil o zamanki dinî tedrisata çıkarılsaydı.” diyor Kutlu, “O zaman doğru olurdu; çünkü bir vakitten sonra medreselerde müspet ilim okutulmuyor. Eşyaya yanlış bakılıyor. Elmanın yere düşmesi yerçekimi kurallarıyla anlatılmıyor da Allah’ın hikmeti işte diye geçiştiriliyor. Oysa Peygamberimiz, ‘Bana eşyayı olduğu gibi göster.’ diye dua ediyordu; fakat bir husus daha var ki, o dönemin medreseleri şimdiki üniversiteler kadar yozlaşmış değildi.”

Vaktiyle, vakıflar tarafından yönetilen camilerin devlete bağlı bir müessese olmasının ve din görevlilerinin bir devlet memuru zihniyetiyle çalışmasının camilerin boşalmasında etkili olduğunu düşünen Ali Paşa imamı, kendini laik olarak tanımlayan devletin aynı zamanda dinî kurumların yönetimini üstlenmesini tezat buluyor: “Devlet, kendisini dinden koruyor; ama dini kendisinden korumuyor. Kontrol altında tutma isteğinin altında, şuuraltına yerleşmiş bir inanç var: Din ve dindarlar zararlı unsur olabilir. Bu anlayışla hareket edince cami problemli hale geliyor.”

Hattat Hüseyin Kutlu’nun Hekimoğlu Ali Paşa’da uyguladığı proje, camiyi yeniden hayatın merkezine yerleştirdiği için önemli. Bu ‘fonksiyonel mabed’ örneği, camilerin bir cazibe merkezi olduğu dönemleri hatırlatıyor. Günün her saatinde, fıkıh kürsüsü ya da hendese kürsüsünde ders veren bir âlimin önünde diz çökmek için herhangi bir şartın aranmadığı günler… Fakat hikâyenin içinde yalnız kalmış, baskına uğramış, sürgüne gönderilmiş ve en nihayetinde emekliliğini istemek zorunda bırakılmış bir imam var.


İDEAL İMAM VE İDEAL CAMİ PROJESİ

İstanbul Üniversitesi’nde felsefe okuyup, Bursa Işıklar Askerî Lisesi’nde felsefe öğretmenliği yaparak askerliğini bitiren Hüseyin Kutlu, yakın çevresinin itirazlarına rağmen imamlığı seçtiğinde 27 yaşındadır. Görev yeri Hekimoğlu Ali Paşa Camii’ne bir öğlen namazında gelir ve görür ki, dört kişiden oluşan cemaat, harap bir külliyeyle çevrili camide namaz kılıyor. Kütüphane, esrarkeşlerin yuvası, kurbanlık koyunların alınıp satıldığı avlu perişan, sebil musluğu boynunu bükeli yıllar olmuş, haziredeki mezar taşlarının yönü kıbleyi bile göstermiyor. Genç imam ilk soruyu kendine yöneltmiş ve bütün soruların cevabını da yine kendi vermiş: “Nesin sen burada?” “İmam” “O zaman Ali Paşa külliyesinden sorumlusun.” “Seni kim sorumlu yapıyor?” “Ben kendimi sorumlu yapıyorum.” “Yetkin ne?” “Yetkim yok; ama yetkili kılıyorum kendimi.”

İçi boşaltılmış, sadece kabuktan ibaret kalmış camiyi fonksiyonel hale getirmeye niyetli bu imam işe, kendi camiine bir sınır çizmekle başlamış. Böylece kendi bölgesinde ikamet eden 6-16 yaş arasındaki çocukların, yaşlıların, engellilerin ve fakirlerin sayısını tespit etmekle kalmamış, evleri arayarak çocuklarını okutmaya talip olduğunu, bir dertleri olduğu zaman kendilerine yardım edebileceğini söylemiş. Sanatçı meşrepli bir imamın çocuklara ayakkabıların nasıl çıkarılacağını, camiye nasıl girileceğini, Elif cüzünün nasıl taşınacağını anlatmasından daha tabii ne olabilir?

İMAMLAR SÜREKLİ AŞAĞILANIYOR

İlk günden itibaren cemaatin sevgisini kazanan Ali Paşa imamı, ‘İslam medeniyetinin merkezi’ diye tanımladığı cami modelini hayata geçirmek için bir sivil toplumcu gibi çalışmış. Cemaatle karşı karşıya, sorulu cevaplı gelişen sohbetler, avlu çimlendirilirken, toprağın altına gömülen mezar taşları çıkarılıp onarılırken de devam etmiş. Ancak bu hummalı çalışmalar kimi zaman kesintiye uğramış. Mesela haziredeki mezar taşlarını tanzim ettikleri dönemde Hizbullah operasyonunun kapsamına girivermişler aniden. Camiyi basan terörle mücadele ekipleri imamı ve cemaati kütüphaneye kapattıktan sonra mezar ev aramaya başlamış. Olayın ardından İstanbul Müftülüğünü bilgilendiren imam hayal kırıklığına uğradığını gizlemiyor: “Müftü Efendi taaccüp ettiğini söylemekle yetindi. En azından ilgili makamı arayamaz mıydı? Öyle ya cami eşkıya yuvası, imam efendi de eşkıya başı olamazdı.” Hüseyin Kutlu’nun tek hayal kırıklığı bu değil elbette; her yeni projede imamlık müessesenin nasıl da hafife alındığına şahit olmuş.

Hattat Kutlu, bir ideal uğruna bu mesleği seçtiğinde kendi kendine, “Seni kimse ciddiye almayacak.” demiş; ama belli ki bu kadarını o da beklemiyordu. İmamlara ne gözle bakıldığını anlamak için Kutlu’ya kulak vermek gerekir; “Hac yolculuğunda tanıştığım Diyanet İşleri Başkan yardımcılarından birinin ziyaretine gittim. Çalışmalarımızdan haberdardı. Din Hizmetleri Daire Başkanını arayarak, ‘Cami hizmetiyle ilgili size derli toplu bilgi verecek bir imam var yanımda. Birazdan yanınıza gelecek, kendisinden çok istifade edersiniz.’ dedi. Hemen karşı binaya geçtim; ama daire başkanı yerinden çoktan ayrılmıştı. Öyle ya, koskoca daire başkanı bir imamdan bilgi alacak değildi.”

İkinci vaka, “Türk İslam Sanatları ve Medeniyetleri Merkezi” projesiyle ilgili. Süleymaniye Külliyesini, İslam sanatlarının temsil edildiği bir merkeze dönüştürme fikrinin rafa kaldırılmasını da yine projenin bir imama, kendisine ait olmasına bağlıyor Hüseyin Kutlu. 28 Şubat sürecinde camiye ayakkabıyla girmeye kalkışan bir vali yardımcısına müdahale etmesi ise sonun başlangıcı olmuş. Yıllarını verdiği Ali Paşa Camii’nden Bağcılar’da adresini ilçe müftülüğünün bile bilmediği, inşaat halindeki bir camiye tayin edilmiş. “Hemen o an istifa edecektim; ama Rabbimin rızasına ters düşer diye korktum.” diyor. “O camide de alnımı secdeye koymalıydım. Benim adıma davayı üstlenen avukatlar, o dönemki İstanbul Müftüsüne dava açtı ve kazandık. Mahkemede lehimize kullanılan takdir belgelerinin birçoğunu ben bile unutmuştum. Ali Paşa’ya yeniden döndüm; ama artık bu şartlarda çalışamazdım. Emekliliğimi istedim.”

Şimdi, Çengelköy’deki evinde, icazet verdiği hat öğrencileriyle ihtisas dersleri yapan Hüseyin Kutlu, Ali Paşa Camii’nin yine eski sönük günlerine döndüğünü söylüyor.

“Külliye içindeki yıkık bir yeri medreseye dönüştürmüştüm. Sabah namazından sonra orada oturur, hem cemaatle sohbet ederdim hem de ilimle meşgul olurdum. Şimdi o medresenin kapısına kilit vurulmuş.” 24 yıl içinde zaruri haller dışında caminin ihata duvarları dışına çıkmayan, çok nadir yıllık izin kullanıp hiç rapor almayan Hattat Kutlu, Ali Paşa’nın belirli vakitlerde açılıp kapanan bir camiye dönüşmesini üzüntü verici bulsa da bu yükü herkesin kaldıramayacağı kanaatinde…

Artık Ali Paşa Camii’nden sorumlu olmasa da ‘camilerin iyileştirilmesi ve imamların eğitilmesi’ meselesinin peşini ölene dek bırakmayacağını söyleyen Hüseyin Hoca, yeni projeler geliştirmeye devam ediyor. Mesela, din görevlilerini manen ve maddeten destekleyen bir vakıf kurulabilir ve bu vakıf, imam-hatip liselerinden ya da ilahiyat fakültelerinden en başarılı, fiziğiyle zevkiyle, meziyetleriyle sesiyle, zekâsıyla görgüsüyle en gözde talebeleri seçip imamlık için hazırlayabilir. İmamların istikbal endişesine kapılmayacağı bir sistem gerekli. Onlara denilecek ki; “Sen İmam efendisin. Başka işin yok. Namazını kıldırıp camide kendine has odanda oturacaksın. Her gelenin derdine derman olacaksın. Her sene muhakkak yurtdışında bir aylık araştırma seyahatin olacak. Bütün ilmî dergilere seni abone yapacağım. Arapça, Farsça ve İngilizce bileceksin.” Kutlu’ya göre imamlar iletişim dersi almalı, sarığın cüppenin nasıl giyileceğini, mihraba nasıl yürüneceğini bilmeli, mimiklerini iyi kullanmalı. Çünkü imam, halka yol gösterme, dinî hayata yön verme makamında.

CAMİLER REHBERLİK BÜROSU GİBİ ÇALIŞABİLİR

Fonksiyonel hale getirilse, devlet camilerden çok iyi istifade edebilir. Bir bakış farkı lazım. Her yerde cami var. Her caminin bir rehberlik bürosu gibi çalıştığını düşünün. Halkla iç içe, halkın nabzını tutan, onlara moral destek veren, ahlâki eğitimiyle meşgul olan imamlar emniyetin, ordunun hatta maliyenin işini kolaylaştırabilir. Fakat Diyanet imamın bir iş yapacağına inanmadığı sürece bunlar gerçekleşmez.

CAMİ AVLUSUNDA GÜL SERGİSİ AÇILMAZMIŞ

2001 yılında cami bahçesinde 2001 adet, 33 çeşit laâle yetiştirdik. Külliye içinde, Alvarlı Efe Hazretleri’ne tahsisen aldığımız kütüphanede hat dersleri verdiğimiz talebeler lâle konulu 66 eser hazırladı. Bu eserler caminin ana giriş tonozunda sergilendi. Bu etkinliği hazırlarken müftülüğe sormamıştık. Ertesi sene de 63 çeşit gül yetiştirdik. Efendimizin her bir yaşı için bir çeşit gül. Her birinin rengi, kokusu farklı. Yine talebelerimiz 92 tane gül konulu eser hazırladı. Bu kez müftülükten izin istedik. Cevap şöyleydi: “Cami bahçesinde gül sergisi açılmaz. Bu tür hevesleriniz varsa akademiye gidin.” 63 adet gülü avludan çıkarıp saksılara yerleştirdik ve programı Cemal Reşit Rey’e taşıdık. Biz yer bulamadığımız için camide sergi açıyor değildik ki. Bilakis İstanbul’un en müstesna sergi salonunda bu işi yapabilirdik. Niyetimiz İslam medeniyetinin merkezinde böylesine güzel etkinlikler düzenlemekti.

DİYANET, VAKIFLAR VE BELEDİYENİN DİKKATİNE!

Hekimoğlu Ali Paşa Camii’nin haziresindeki mezar taşları için hazırlanmış sanat albümünün arkasındaki hikâye enteresan. Peki, Hüseyin Kutlu’nun bu kitaptan muradı ne idi? “Kaybolan Medeniyetimiz, bir mezar taşları araştırması değil, bir cami tarifidir.” diyen Kutlu, albümle üç kuş vurmayı hedeflediğini itiraf ediyor: “Diyanet İşleri Başkanlığı, Vakıflar Genel Müdürlüğü ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi.” Ali Paşa imamı Diyanet’in dikkatini çekmeyi başaramamış; “Halbuki en çok onları ilgilendiriyordu.” diyor Kutlu, önlerinde başarıya ulaşmış bir cami projesi vardı. Bekledim ki, Süleymaniye, Yavuz Selim gibi camilerin harap hazireleri için kolları sıvasınlar. Çok güzel olmuş, maşallah demekle yetindiler.” Vakıflardan da henüz ses yok; lâkin, Büyükşehir belediyesi’ne bağlı Kültür A.Ş, Ali Paşa Camii örneğinden hareketle Fatih Camii’nin iyileştirilmesiyle ilgili bir projeyi destekliyor.

Röportaj: Ülkü Özel Akagündüz
Tarih: 20.03.2006

Hekimoğlu Ali Paşa Camii

Cami,tekke,kütüphane,türbe,sebil,muvakkıthane,şadırvan ile dört çeşmeden meydana gelen külliye,I.Mahmud’un sadrazamı Hekimoğlu Ali Paşa tarafından 1734-1735 yılında Çuhadar Ömer Ağa ve Hacı Mustafa Ağa adında iki mimara yaptırılmıştır.

Külliye,Klasik Türk Mimarisi’nin son eseri olarak kabul edilir.İstanbul’un yedinci tepesi üzerinde bulunur. Zaman içerisinde çeşitli onarımlar gören külliyeden, camiye bağlı Hünkar Kasrı ile Koca Mustafa Paşa Caddesi’ndeki çeşme ve güneydeki kapı kısmı hariç,dış avlu duvarları günümüze ulaçmıştır.

Cami,kesme köfeki taşından imal edilmiştir.Çinilerin büyük kısmı Tekfur Sarayı çinileridir,bir kısmı ise Kütahya Çinileri’dir. Özellikle minber bir sanat harikası olarak kabul edilmektedir. Yine pek çok camide
görülmeyen bir özellik olarak üç adet halvet odası bulunmaktadır. Cami aynı zamanda Abdal Yakub Tekkesi’nin tevhidhanesi olarak kullanılmakta idi.

Caminin avlusunda bulunan türbe iki bölümden oluşmaktadır. Batı yönünde Abdal Yakub ve Şeyh İbrahim ile tekkenin diğer ileri gelenleri, doğuda ise Hekimoğlu Ali Paşa, eşi Muhsine Hatun ve aile fertleri bulunmaktadır.  Türbe kapısı dışında,saçak altında oğlu Ziyaeddin Bey’in mezarı bulunmaktadır.

 

 

6 Yorum

  1. merve celep merve celep 14 Ekim 2008

    Nedense ülkemizde yapılan bizlerce takdire şayan eserler yapılar vb birçok şeyler başkaları tarafından görmezden gelinen en büyük kayıp örneği. Y
    eri geldiğinde islam dünyasında yaşadığımız söyleniyor fakat madalyonun ötekini yüzünü çevirdiğimizde ise bunun böyle olmadığı apaçık ortada.
    İslam adına iyi şeyler yapmaya çalışan kişiler nedense bizim ülkemizde hep harcanıyor.
    Elde edilen başarılar sarfedilen emekler yeri geldiğinde yabancılar tarafından dahi muhteşem gözüyle bakılıyor fakat bizim insanlarımız tarafından hep görmezden geliniyor.
    Emek veren insanlar harcanıyor dedimya bi örnekte BEDİÜZZAMAN SAİD NURSİ efendimiz… zamanında HÜSEYİN KUTLU hocamız gibi ilim adının altına atmadığı imzası kalmamıştır fakat nedendir bilinmez sürgünden sürgüne gönderilmiştir… Nedeni aslında açıktırdır… Ülkemiz bu hocalarımız gibi insanları ya kabullenemiyo yada kabullenmek istemiyor… Üniversitelerde gösterilen toleranslar bizim ilim gördüğümüz medreselerde gösterilmiyor… İslam dünyasında yaşadığımız doğru evet fakat yaşadığımız bu ortamda nedense islamı müslümanlığı tam olarak yaşayamıyoruz… Üzerlerine düşen gereken görevlerini yapmayan insanlar ülkemizde o kadar çokki bunları savunmak acizene biz ve bizim gibi insanlara düşüyor… Fakat davamız islam uğruna olduğu için bu mücadele bize dahada haz veriyor…

    Selam ve Dua ile…

  2. beliz beliz 15 Ekim 2008

    Hüseyin kutlu hocamla tanışmıştım ama ders alma fırsatım olmadı. Gerçekten çok mükekmmel bir hoca. Ali paşa camisini çok güzel yapmış helede laleler… Hocamızı ordan ayıranlar bunun vebalini nasıl verrir bilmem çok güzel hizmetler yapıyodu . Düşünceleri imamlar hakkında bence bir imamın tam hocamızın söylediyi gibi olması gerekir.

  3. faruk gül faruk gül 27 Nisan 2009

    Hüseyin hocam ne diyeyim bilmiyorum ama okuduklarımdan son derece etkilendim emeğinize fikrinize bileğinize yüreğinize sağlık MEVLAM daim eylesin.

  4. tajşisru tajşisru 5 Ocak 2012

    nasıl sınız iyimisinşiz

  5. elif elif 5 Ocak 2012

    din çokiyi namaz kılalım

  6. elif elif 5 Ocak 2012

    mevlanayı gezelim dolaşalım

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir