değişmemeliyim… özümde neyse o… işte şimdi size içimdeki küçük misafirhaneyi açıyorum… muhabbeti olan buyura…
Geceleri seviyorum ben…
Simsiyah olan ve içinde gözyaşlarımı saklayan geceleri… sessiz ve kimsesiz geceleri… Elif’li, Vav’lı, Dua’lı ve uçsuz bucaksız düşünceli geceleri… geceleri dolaşmayı seviyorum ben sokak sokak… bir vakit kalkıp pencereden içeri giren yağmur suyunu silmeyi, Annem’in üstünü örtmeyi seviyorum… lambaları yakmayı hiç sevmiyorum geceleri… sessizce mutfağa geçip en acısından kendime bir kahve yapmayı ve aspiratörün ışığında elime ne geçerse okumayı seviyorum… sonra oracıkta durmayı ve insanların ne kadar saçma ne kadar manasız davrandıklarını düşünmeyi seviyorum… ve ölümü düşünmeyi seviyorum gecenin bir yarısı…
Soba’ları seviyorum ben…
Üstünde Annem’in elleri üşümesin diye sürekli sıcakta tuttuğu suyun çıkardığı suyun ritmi ile çalıştığım ders notlarımı seviyorum… Ara sıra kızıyorum onlara Annemin ellerini simsiyah yapıyorlar diye ama yinede seviyorum Soba’ları… Arkasına geçip iki kıvrım olmayı ve orada ısınamayan çocukları düşünmenin vermiş olduğu ulvi pişmanlığı, ulvi vicdan azabını seviyorum… Abimin kışın ortasında kapıdan hızlıca içeri girip sobanın borusunda ellerini ısıtmasını, Annem’in ben severim diye üzerinde Ekmek kızartmasını seviyorum… Soba’nın etrafında toplanmayı seviyorum ben… Tek bir noktadan ısınmayı…
Gecekonduları seviyorum ben…
Hakikaten gece konduklarını bilmeyi seviyorum… Her gecekondunun ayrı bir hikayesi oluşunu ve en güzel, en zorlu ve en koyu gecede bizimkinin konmuş olduğunu bilmeyi seviyorum… En koyu gecede konmuş evimizin bir hikayesi oluşunu ve elimi sürdüğüm her tuğlasının Annem tarafından bizatihi taşınmış olduğu bilmenin vermiş olduğu gururu ve hissettirdiği o Ruhani mertebeyi seviyorum… Gecekonan bülbülümüzle konuşmayı seviyorum ben… Her evden farklı olarak kapısının açılamayışını ve sürekli misafir ağırlamasını seviyorum… Bizi dört mevsimden mahrum bırakmayışını yazın sıcaktan kavuruşunu, kışın ise soğuktan on büklüm olmamızı sağlayışını seviyorum ha birde tabi sonbaharda televizyon izlerken üzerimize bıraktığı yağmur taneciklerini…
Mahalleleri seviyorum ben…
Beni her görüşte yüzüme gülen birilerinin olabileceği ihtimali ile girdiğim mahallemi seviyorum ben… Sevim teyzeyi, Emine ablayı, Murat abiyi, Ahmed’i, Mehmed’i kimi varsa seviyorum vesselam… Güleç yüzlerindeki saflığı ve merhameti seviyorum hepsinin… Mahallede top oynayan bir grup çocuğun sürekli orada oluşunu seviyorum… Bakkal’a gönderilen çocuklar topluluğunu, mahalle girişinde mahallenin kızlarını korumakla görevli 17’lik lerin ellerindeki o tesbihleri seviyorum… Dördüncü kattan salınan sepeti farkedemeyen bakkalı uyandırmayı, evimin hemen karşısındaki dersaneyi… Kısaca minik bir dünya olan Mahalleyi seviyorum ben… Sıkışmış apartman dairelerine inat senşakrak, gayet geniş ve basit olan mahalleleri seviyorum…
İşçileri seviyorum ben…
Aldıkları üç kuruş maaşın kim tarafından gönderildiğinin farkında olup o üç kuruşu üç bin kuruş cihetinde tasarrufla harcama kabiliyetindeki, Razı makamındaki işçileri seviyorum ben… Ağır aksak yürüyüşlerini, gözlerindeki sukuneti seviyorum… Hani bir ağlasalar açılacaklar kıvamındaki hallerini, çocuklarını Peygamber Dua’sı ile beslemelerini seviyorum… Namaz’ı asla terk etmeyişlerini ve Selamsız asla geçmemelerini seviyorum… Vurdukları demire belkide bu kahpe dünya’nın kendilerine oynadığı oyunun acısını çıkarmak için o denli sert vuruyor olabilme ihtimalini seviyorum… Ben en çok onların bakışlarını ve susuşlarını seviyorum… Çünkü onlar ya susarsa ya da bakarsa konuşurlar…
70’lik esnafları seviyorum ben…
Hayata inat ben buradayım deyişlerini ve yılmadan usanmadan hayata katacak bir değer aramalarını seviyorum… Yaz, Kış demeden hep aynı yerde oluşlarını ve Rızık Allah’dan demelerini seviyorum… Kainatı kim yarattıysa banada O bakar demelerini ve bizden geçti artık evlat derkenki iç çekişlerini seviyorum… Bir çocuğu severkenki ilk gülüşlerinin sevdikleri çocuk giderken nasıl düşünceli bir hal aldığını izlemeyi seviyorum… Yüzünde yetmiş kırışık olan ama bir kere bile of demeyen 70’lik esnafları seviyorum ben…
Ağlamayı seviyorum…
Öyle durduk yere değil… İşe giderken ara sıra rastladığım ama’nın yola değilde duvara doğru yürümesine, mahalledeki çocukların bazılarının bisikletinin eski püskü oluşuna, okulda önlüğü dikiş içinde kalan ibrahim’e… ve dahası Annem’in bana ha la inanılmaz bir merhamet ile davranmasına… Ölemeyişime, layık olamayışıma ve yeterince adam olamayışıma ağlıyorum… burada böylece durup kalışıma elimin Gazze’ye ulaşamayışına ağlıyorum… Asker’deki Anasız evlatları düşündükce içim doluyor…
Düşünmeyi seviyorum ben…
Bu kirli, pis, bulaşıcı bir hastalık olan dünya’dan nasıl kurtulurum sorusunun cevabını bulabilmek için düşünmeyi seviyorum… Kendine güvenen çokca budalanın nasıl bir anda yıkılıp yerle bir olabileceği ihtimalini, sabrın sonunun selamet olacağını ve irade sahibinin biz olmadığımızı bile bile ha la nasıl oluyor da böyle davranabiliyor oluşumuzu düşünmeyi seviyorum… “şehîd-i aşkın oldum lâle-zâr-ı dağdır sinem, çerâğ-ı türbetim şem’-i mezarım varsa sendendir” diyen Şeyh Galip efendiyi düşünmeyi seviyorum… Tarık Tufan’ın dediği gibi köylü çocukların parasız yatılı okul hayallerini düşünmeyi seviyorum… bir çiçeğin içimde nasıl açışını ve o çiceğin bana nasıl kokuşunu düşünmeyi seviyorum… gidenleri, gidip gelmeyenleri ve asla gelmeyecek olanları düşünmeyi seviyorum… gitti işte demeyi ve bunu derkende uzunca düşünmeyi seviyorum ben… sabır demeyi ve sabrın nasıl bir hikmet oluşunu düşünmeyi seviyorum… Bira masalarının başlarında oturan insanları seyretmeyi ve onları izleyerek düşünmeyi seviyorum… Birasından bir yudum aldıkdan sonra içine çektiğinin dumanı nasılda küfredercesine üflediğini aslında yanan bir mumunu nasılda kendi elleriyle söndürdüğünü düşünmeyi seviyorum… Dünya’nın kaç bucak olduğunu düşünmeye bayılıyorum!
devam eder…
fakir mes’ud
Elinize sağlık. Birçok parağrafında kendimi buldum. Acaba bu düşündüklerimiz başka zamanlarda düşünülebilir mi? Şimdi ki insanlar antisosyal olma yolunda hızla ilerliyo bilgisayar gibi birçok teknoloji aleti sayesinde. O kadar faydalı olabilecekken bu teknolojileri ne zaman düzgün kullanabilecez acaba…
Zaten insanlar düşünmedikleri için yanlış içindeler. Düşünmesi gerektiğini bilmiyor insanlar. Hayat mücadelesi içindeler hep. Nerdeyiz, nereye gidiyoruz? kimse düşünmüyor. Bunları düşünsek aslında hayat daha kolay olacak bu kadar ızdırap çekilmeyecek…